Bir yangın, bir gecede yıkılan hayaller ve kaybolan hayatlar…
Kartalkaya’daki otel, sadece dört duvarın arasındaki alevlerle değil, içimizdeki sorumluluk duygusuyla da yandı. O yangında kaybedilen her bir can, yalnızca bir trajedi değil, tüm turizm sektörünün ve devletin ortak suçluluğunun bir yansımasıdır. Çünkü bizler, insanların sadece tatilini değil, en değerli varlıkları olan zamanlarını emanet alıyoruz aslında.
Ve o zaman, bir an bile kaybolduğunda, geri getirmek ASLA mümkün olmuyor.
Her bir tatil, bir insanın en kıymetlisini yani zamanını harcadığı bir yolculuktur. Bu, sadece bir otel rezervasyonu ya da uçak bileti satışı değildir. Bizim işimiz, insanların güvenliğini sağlamak, huzurlarını bozmadan, onlara unutulmaz bir deneyim sunmaktır. Ancak Kartalkaya’daki felaket, turizm sektörümüzün, doğa ve insan güvenliği konusundaki sorumluluğunun hala ne kadar büyük bir boşluk taşıdığını gözler önüne serdi.
Kayıplar, sadece turizmin değil, tüm toplumun ortak acısıdır.
Bu, hem sektördeki paydaşların hem de devleti yönetenlerin ciddi şekilde sorgulamaları gereken bir noktadır.
Turizm sektörü, yalnızca kâr elde etme amacı güderek var olamaz. İnsanların güvenliği, huzuru ve yaşam kaliteleri her şeyden önce gelir. Ancak bu anlayış, sadece turizmdeki işletmecilerin değil, devletin de işin içinde olduğu bir sorumluluktur. Kar odaklı yaklaşım, bu sorumluluğun önüne geçtiğinde, sadece ekonomik bir kayıp değil, insan hayatının da riske atılması söz konusu olur. Bu yangın, bir işletmenin ihmali veya eksikliği yüzünden gerçekleşmiş olabilir, ancak sorumluluk bununla bitmez.
Devletin sektörü denetlemesi, işletmelerin sorumluluklarını yerine getirmesini sağlaması, çevreyi ve doğayı koruyan yasaların uygulanması gerekmektedir. Bu tür bir işbirliği, turizmin sürdürülebilirliği için hayati önem taşır.
Sektördeki her karar, her yatırım, her adım, insanların güvenliğini ve yaşam kalitesini gözeten bir anlayışla şekillenmelidir. Aksi takdirde, kayıpların sadece maddi boyutuyla ilgilenmek, vicdanen kabul edilemez bir yaklaşımdır.
Tam da bu noktada, devletin rolü devreye giriyor. Her felaketin ardından, sadece “olay yeri incelemeleri” yapmakla yetinmek, ihmali ortadan kaldırmaz. Devlet, turizm sektörünü denetleme ve düzenleme konusunda sorumludur. Kaybedilen hayatlar, sadece bir otelin eksiklikleriyle açıklanamaz. Devletin bu tür felaketlere karşı proaktif bir yaklaşım sergilemesi, hem sektördeki hem de yerel yönetimlerdeki eksiklikleri gidermesi gerekmektedir. Ancak bizde çoğu zaman, sorumluluk paylaşılmak bir yana, bir felaketin ardından sadece basit açıklamalarla yetiniliyor.
Bu ülkede, yetkililer, sorumluluğu üstlenmek yerine, “görmedim, duymadım, bilmiyorum” yaklaşımıyla olayları geçiştirebiliyor. Üstelik bu tür felaketlerden sonra, devletin istifa mekanizması da işlemez. Bir istifa, bu tür acıların sorumluluğunu almak demek değil midir?
Diğer ülkelerde, benzer felaketlerde ilgili yöneticiler, istifalarını sunarak halkın güvenini yeniden kazanma yoluna giderken, bizde bu tür bir hesaplaşma nadiren görülür. Bu, sadece eksik bir yönetim anlayışını değil, toplumun güvenini yok eden bir duyarsızlık örneğidir.
Dünyanın birçok gelişmiş turizm destinasyonunda, çevre ve insan odaklı yaklaşımlar, felaketlere karşı erken önlemlerle şekilleniyor. Örneğin, Avrupa’daki birçok bölge, orman yangınları ve diğer doğal felaketler karşısında sadece devletin değil, aynı zamanda yerel işletmelerin de ortak hareket ettiği bir düzen kurmuştur. Bu, sadece devletin değil, tüm paydaşların sorumluluğunu kabul ettiği bir anlayışla mümkündür. Ancak bizde, felaketler sonrası yaşanan kayıplar, çoğu zaman geçici açıklamalar ve birkaç açıklamadan öteye gitmiyor.
Kaybolan hayatlar, doğanın zarar görmesi, bir halkın güvenliğini kaybetmesi, her şeyden önce sorumluluk duygusuyla çözülmesi gereken bir meseledir. Turizm sektörü, sadece ekonomik büyüme ile ölçülmemeli; doğa, insan hakları ve güvenlik gibi insani değerler ön planda tutulmalıdır. Bu, sektördeki tüm paydaşların ve devletin ortak bir sorumluluk taşıması gerektiği anlamına gelir. Ve bu sorumluluğu yerine getiremediğimiz her an, kaybolan bir fırsat, kaybolan bir hayat demektir.
Gerçek sorumluluk, yalnızca kelimelerle değil, somut adımlarla gösterilir. Bu felaket, sadece bir yangın değil, aynı zamanda bizlerin, devletin ve tüm toplumun sorumluluk sınavıdır. Eğer bu sınavı geçemezsek, kaybolan her hayat, kaybolan her an, bizlerin vebali olacaktır. Bu sorumluluğu omuzlamazsak, gelecekteki felaketleri engellemek ne yazık ki mümkün olmayacaktır.
En derin acılarımla...
Not: Yazının sorumluluğu yazarına aittir. www.turizmajansi.com ile bağlantı kurulamaz; doğacak hukuki sonuçlardan site sorumlu değildir.