Hayatımıza yön veren yolculuklar

Atilla Tuna
Atilla Tuna Antonina Turizm
18 Kasım 2022, 13:46

Değerli okuyucular “Merhaba”. Bu yazımla Turizm Ajansı’ndaki yazılarıma başlıyorum. Türkiye’nin tüm illerini gezdim, dünyanın 6 kıtasındaki 150’den fazla ülkeyi dolaştım, yüzlerce şehrin çok sayıda müzesini gördüm, sayısız dağ, göl, nehirden geçtim. Bu seyahatler sırasında farklı dil konuşan, farklı din ve inanca sahip insanlarla karşılaştım, fikir alışverişinde bulundum, müziklerini dinledim, evlerinde kaldım, yemeklerinden yedim. Bu seyahatler sırasında en sık gittiğim mekanlardan biri yerel kitapçılardı-evimin kütüphanesinde bulunan 30 binden fazla kitabın çoğu bu ülkelerden getirmiş olduğum kitaplardır. 1986 yılında adım attığım turizm dünyasındaki bilgi, birikim ve deneyimlerimi bundan böyle bu köşede paylaşacağım.

*****

Hayatımın üçte birini seyahatlerde geçirdim. Bu seyahatlerden şu sonucu çıkardım: Seyahatler insanı dönüştürüyor. Bu yazımda bunun nedenlerini anlatmaya çalışacağım.

Seyahatler dünyanın büyüsünü öğrenmemizin kapılarını açıyor. Doğanın mucizelerini anlamamızı sağlıyor. Örneğin rehberliğimin ilk yıllarında Kapadokya’daki Peri Bacaları ve vadilerinde dolaşırken doğanın içinde yürüyüş yapmanın değerini anlamaya çalışıyordum. Bir yandan Erciyes Dağı’nı seyrediyor, diğer yanda ise Hasan Dağı ve volkanik araziyi seyretmenin ayrıcalığını yaşıyordum. Bir yandan Yahyalı Pazarı’nda halı satan köylü kadınlarının emeğiyle tanışıyor, diğer yandan doğanın o müthiş nimetlerinin varlığına şahit oluyordum. Bu aslında müthiş bir duygu: seyahat insanlarla buluşmanızı, kültürlerle kaynaşmanızı sağlıyor. Seyahatin en sevdiğim özelliği de bu zaten: Seyahat bizi kültürlerle buluşturuyor.

Örneğin Hindistan’da İnek ve danalar öyle itibarlı ki ilk gördüğünüzde şaşırıyorsunuz; zira biz Türkiye’de danaları kurbanlık hayvanlar, endüstriyel et üretiminin kaynağı olarak kullanırız, örneğin sucuk, sosis veya pastırma yaparız; ancak Hindistan’da bu öyle değil- inek Hindistan’da kutsal kabul ediliyor. Nedenine gelince, Hinduizm’de anneler Tanrıçalar gibi itibar görür ve bundan dolayı da inekler de hayatın kaynağı olan sütü verdikleri için kutsal hayvan olarak görülürler. İnek insanlara analık yapan bir figürü olarak ve kutsanırlar ve dünyada yaşayan ilahi bir ödül olarak görünürler.

Ancak seyahatlerin en güzel yönlerinden biri insanlarla - yerel halkla kurduğunuz ilişkidir. Seyahatlerde zaman ve tarih içinde bazı kültürlerle oluşan bazı önyargılardan kurtulma veya insanları kendi kültürünüzle ilgili önyargıları değiştirme imkanı verir. Yeni yılı karşılamak için bir grupla birlikte Selanik’e gitmiştik. Yan masada oturan bir çift vardı ve sohbet ediyorlardı. Gecenin ilerleyen saatlerinde yan masadaki çiftle karşılıklı hoş sohbet yaparak karşılıklı atışmaya başladık, sonra beni masalarına davet ettiler. Bir Türk ve Yunan bir araya gelince ne yapar? Tabi ki kendi siyasetçilerinin özelliklerinden ve tabi ki de tarih konuşurlar – özellikle de Osmanlı hakimiyetindeki Yunanistan’ı veya Bizansı. Ouzo’nun ölçüsü fazla kaçınca masada tansiyon da yükseldi ve çiftten kadın olanı sesini yükselterek bana “Senin deden benim nineme tecavüz etti” dedi ve ağlamaya başladı. Bu arkadaş kendini tarih labirentine o kadar kaptırmıştı ki ne yapacağımı şaşırmıştım doğrusu. İşi espriye sardım: Kadına “Vay alçak dede demek bunu da yaptın” dedim. Neyse kadın sonra kendine geldi ve o gece o çiftle birbirimize kucaklaşarak ayrıldık.

Küçükken bilirsiniz üzerinde iki kale maç oynadığınız sokaklar bir bulvar gibi gelir. Mahallenin küçücük parkı ise küçükken gözünüzde bir orman büyüklüğündedir. Küçük bir çocukken yaşadığınız ülke büyük bir coğrafyadır; kendi tarihiniz ise en büyük ve en şanlı tarih. Sonra zaman gelir ülke sınırlarından ilk kez çıktığınızda aslında dünyada başka ülke insanlarının da büyük tarihleri olduğunu keşfedersiniz. Örneğin benim doğduğum Makedonya’da tarih derslerinde yaşadığımız bir Makedonya vardı, bir de tarihsel coğrafyası ile “Büyük Makedonya” anlatılırdı; sonra aynı sınırları kapsayan “Büyük Arnavutluk”, yine aynı sınırları kapsayan “Büyük Sırbistan”, yine aynı sınırları kapsayan “Büyük Yunanistan” ve “Büyük Bulgaristan” olduğunu öğrendim. Türkler yurtsever insanlardır, bu güzel bir şey; ancak bizden daha uzak coğrafyaları keşfederken de şunu keşfettim: Arjantinliler de yurtsever insanlar, İranlılar da yurtsever, Çinliler de yurtsever, Avustralyalılar da yurtsever. Örneğin bu fotoğraftaki insanlar Malezyalı yurtsever insanlar. DeBiz Türkler yurtseveriz, ancak diğer insanlar da yurtsever. Seyahat hakkında en sevdiğim özelliği-en azından bende- “seyahat benim olaylara bakışımı etnik temelde düşünmemi ortadan kaldırdı”. Biz yurtseveriz, ancak komşularımız da en az bizim kadar yurtsever.

Seyahatlerimde yaşadıkları kültürle gurur duyan çok sayıda onurlu insan gördüm ve bundan etkilendim. Bir gün Yemen’de “hiçbir yerin ortasında” bulunan bir köyde hazırlanan bir sofraya konuk edildik. Yer sofralarımızın üzerinde bulunan kaşık ve çatalı kullanarak yemek yiyorduk ki yan masada bir Yemenli aile aynı kapta bulunan pilav üstü tavuğu ekmek bandırarak elle yiyordu. Yemek sonrasında çaylar geldi, ailenin yanına gittim. Aile reisi Sanaa Üniversitesi’nde bir hocaydı. Çatal bıçak kullanmayan ve yemeğini elle yiyen dünyada yüz milyonlarca insan var. Bunun sadece kültürel bir mesele olduğunu– bir alt kültür meselesi olmadığını o an anladım ve özellikle Afrika’da Hindistan’da, Pakistan’da, hatta Türkiye’de ve daha birçok yerde bunu gördüm. Çinliler de çubuk kullanır. Dünyada tüm kültürler aynı saygıyı hak ediyor, ancak alışkanlıklarımız farklı. Sizin çatalı sol, bıçağı sağ elle tutmanız uygar olduğunuzun göstergesi de değildir.

Seyahatlerde bu gibi önyargılarınızı kırarsınız zira yaşamınız boyunca gerçek olduğunu sandığınız yanlışların yıkıldığına tanık olmak heyecan verici bir duygu. Ders kitaplarında bize Sultan Alparslan ve Malazgirt Savaşı’nı öğretirler; yine tarih kitaplarımızda Osmanlı Devleti’nin önemli kahramanlarını, padişahların nasıl cesur ve büyük birer savaşçı olduklarını öğretirler. Ben Osmanlı Padişahlarını dünyanın en güçlü olduklarına inanırdım. Bu kötü bir şey değil-tarihimiz mutlaka doğru bir şekilde öğretilmeli- ancak unutulmamalı ki nasıl bizim kahramanlarımız varsa, nasıl büyük Osmanlı padişahları varsa; gittiğimiz coğrafyalarda da o ülkenin kendi kahramanlarının ve padişahlarının olduğunu hep hatırlamamız lazım.

Seyahatleri daha anlamlı kılabilmenin yolu gidilecek ülkelerin tarihini okumak ve o ülkenin insanlarıyla empati kurmaktır. Bundan 5-6 yıl kadar önce İZ TV’nin bir projesinin çekimleri için Macaristan’a gitmiştik. Çekimleri yaptığımız yerlerden biri de Mohaç’tı. Mohaç Macaristan’ın ortasında yer alan ve bataklığı bol olan bir düzlüğü ortasında yer alıyor. Kanuni Sultan Süleyman tarafından 1526 yılında düzenlenen Macaristan seferinde Macar Kralı 2. Lajos ve Kanuni Sultan Süleyman Mohaç Ovasında karşı karşıya gelmişlerdir. Bu muharebe sadece 2 saat sürmüş ve 20.000 kişilik Macar Ordusu hayatını kaybetmiştir-2.Lajos bu muharebede ölmüştür. Macaristan bu hezimetin ardından yüzyıllardır toparlanamamış ve ancak 20.yüzyılda bağımsız bir devlet olmayı başarmıştır. Mohaç Muharebesi için inşa edilen anıt bugün Mohaç açık Hava Müzesi’nde görülebilir. Bu anıt Macar Milleti için kutsal bir yerdir. O anıt alanına gidildiğinde o savaşı anımsatan çanlar insanın içine hüzün veriyor.

Türkiye’de Mohaç Muharebesi bir zafer olarak görünür, ancak Macaristan’da ise bir yas günü olarak anılır ve ben bu muharebenin nedenlerini hissetmek için Mohaç’a gittim. Kosova Meydan Muharebesi’nin önemi Sırbistan için bambaşkadır. Sırbistan ve Sırplar 1389 yılında yaşadıkları bu mağlubiyeti günümüzde “Sırp Ulusu’nun Dirilişi” olarak kabul eder ve anarlar. Kosova Meydan Muharebesinin 600. Yılında yani 1989’da Sırbistan Devlet Başkanı Slobodan Miloşeviç “Kosova Özerk Bölgesi”nin özerkliğini kaldırmıştı ve 1996 yılına kadar sürecek Yugoslavya İç Savaşı’nın fitilini de ateşlemişti. İşte bu ve buna benzer olayları o ülkelere seyahat edildiğinde içselleştirilebilir ve anlaşılabilir.

5 -6 yıl kadar önce İZ TV için 3 bölümlük bir İran Belgeseli yaptım. Bir kültürle empati kurmak o kültürü tanımakla başlar. İran Türkiye’de hep yanlış anlaşılmış ve algılanmış bir ülkedir. Gerek Şah İsmail-Yavuz Selim çatışması; gerekse daha sonra Nadir Şah döneminde yaşanan Osmanlı-İran çekişmesi; gerekse de 1979’deki İran İslam Devrimi sonrasındaki İran – Türkiye ilişkisindeki gerginlik; bir de iki ülke insanları arasındaki mezhepsel farklılık İran hakkında önyargıların oluşmasına yol açmıştır. İşte ben bu önyargıların biraz olsun kırılmasını istediğim için İran’la ilgili belgesel yaptım. İran halkını tanıdıkça bu belgeselin yapılmasının ne kadar doğru olduğunu öğrendim. İnsanlar hala “İran’a mı gidiyorsunuz? Neden İran? Orada kadınlar başını kapatılmaya zorlanıyorlar-niçin oradaki mollalar rejimini destekleyelim?” gibi soruları hala bana sorarlar. Niçin gitmeyeyim? İran coğrafyası Türk Tarihi için o kadar önemli ki – gitmemek olmaz. Bir ülke düşünün ki nüfusun en az 3/1’i Türkçe konuşuyor. Gelenekler benzer, görenekler benzer-hatta biz bazı görenekleri değiştirdik-İranlılar hala o görenekleri yaşatıyorlar-örneğin artık bizde olmayan-kaybettiğimiz misafirperverlik-görmek için İran’a gitmeniz gerekiyor. Bir başka İran seyahatimde Tahran’da Ulusal Müze’nin bahçesinde bir grup çocuk bana yaklaştı ve konuşmaya başladılar. İngilizce konuşarak “Kadınların başlarını örtmesi konusunda ne düşünüyorsunuz” diye sordu. Çevredeki bütün çocuklar ikimizin bu konuşmasını pür dikkat dinliyorlardı. Kadınların giyim tarzının herkesi kendi kararı olması gerektiğini, ancak kişisel olarak düşüncemin kadınların başının açık olması gerektiğini söyledim. Soruyu soran çocuk “ben de aynı fikirdeyim” dedi ve çocuklar arasında gülüşmeler oldu. İsfahan’da bir grubun rehberliğini yapıyordum. Her zamanki gibi grup arkada ben önden gidiyordum ki iki genç kız yanıma yaklaştı ve “Size bir şey söylemek istiyorum” dedi ve devam etti “You are beautifull!”. İki kız gülüşmeye başladı, ki, ardından grubumdan bir hanım bu konuşmaları duydu ve kızlara yaklaştı ve “You don’t say beautiful to man you should say handsome”; aynı kız bana doğru döndü ve “You are handsome! “ dedi ve uzaklaştı. Bir ülkeyi siyah / beyaz noktasından bakmamak gerektiğini düşünüyorum; çünkü o ülkenin farklı renkleri ve görüşleri var; İran özelinde, kadın erkek ilişkileri, öğrencilerin kendi aralarında konuştukları konular, evlilikler, toplumsal sorunlar bize çok benzer bir tarzda yaşanıyor.

Bir ülkeye gittiğimizde o ülkeye sırtımızda manevi olarak taşıdığımız bir yükle – bir ağırlıkla gideriz. Aslında her insanın hayatında taşıdığı manevi yükler vardır; ailesinin sevilen bir ferdi hayatını kaybettiği zaman o insan kaybettiği insanın manevi yüküyle yaşantısını sürdürür. Bir ulusun ferdi olmak o ulusun tarih boyunca miras yoluyla atalarından aldığı manevi yükü taşır-bu yükün taşınması kaçınılmazdır. İşte biz Türkler atalarımızdan devraldığımız o fetihleri, o savaşları, o Mohaç Muharebesi yüküyle Macaristan’a turistik seyahate gideriz. Sırbistan’ın Niş şehri vardır. Bu şehirde 4. Yüzyılda imparator Konstantin doğmuştur ve daha sonra tüm Roma’nın İmparatoru olmuş ve 11 Mayıs 330’da Konstantinopolis (-daha sonraları İstanbul) olarak adlandırdığı şehri Roma’nın başkenti ilan etmiştir. Niş’te Kelle Kule adında bir tarihi anıt vardır; Sırpça’da “Çele Kula” ismiyle bilinir. 1809 yılında Sırplar Osmanlı Devletine karşı isyan etmiş, isyanı bastıran Hurşid Paşa ibret olsun ve isyanı bastırmak için kalkışma sırasında öldürülen 952 Sırp askerin kellesinden bir kule yaptırmıştır. 15 yıl kadar önce bir araştırma için Niş şehrine gitmiştim ve bir taksiye binmiştim. Taksiciye Çele Kula’ya gitmek istediğimi söyledim. Yolda giderken nereden olduğumu sordu, Türkiye’den olduğumu söyledim. Şaşırmıştı. Çele Kula’ya vardığımızda ayrılıyordum ki şöyle söyledi: “Ben aslında İstanbul’u ve Türkiye’yi seviyorum-bir önyargım yok-zaman zaman da alışverişe geliyorum. Mesela üzerimdeki kıyafetleri Osmanbey’den aldım”. Demişti. Kelle Kule’ye yaklaştım ve Kule’nin önünde diz çökerek ağlayan bir kadınla karşılaştım. Ben o kültürü anlamam için o kadınla da empati kurmalıyım. Sırbistan’a seyahatlerim uzun yıllar sürdü ve yine bu seyahatlerim birinde yine İZ TV için Belgrad belgeselini çekmek için gitmiştim. Sırbistan’ın en önemli kilisesi olan Aziz Sava önünde kamera önünde anons yapıyordum ki elinde ki poşetlerde alışverişten geldiği belli olan orta yaşta bir kadın bize doğru yaklaştı. Bizim film çektiğimizi görünce beni dinlemeye başladı. Yanıma yaklaştı ve bana Sırpça “Türk müsünüz ?” diye sordu. “Evet” dedim. Size bir şey sorabilir miyim dedi. Tabi ki buyurun dedim. Kadın elindeki poşetleri bıraktı ve büyük bir ciddiyetle “Fatmagül sonunda ne olacak? Siz bilirsiniz! “diye sordu.

Kültürleri anlamamız gerekiyor, hatta kültürlerden öğrenmek ve örnek alınacak dersleri kendi ülkemizde uygulamalıyız.

İsviçre dünyanın en pahalı ülkelerinden biridir. Zürih’te bir fincan kahve ortalamada 5 İsviçre Frankı’dır (yani 100 TL). Zürih’te bir kahve fincanı ödemek için bir Zürih’li çalışanın ortalama 7 dakika çalışması gerekiyor. Türkiye’de bir asgari ücretlinin bir fincan kahve için 2 saat çalışması lazım. İsviçre vergilerin en yüksek oranlarda olan bir ülke ve yolsuzluk endeksinin en düşük olduğu ülkelerden biri. Dünyanın en şeffaf 4. Ülkesi – biz 96. sıradayız. İsviçrelilere neden pahalı bir ülke olduğunu sorduğunuzda size büyük bir ihtimalle İsviçre’nin vergiler sayesinde kalkındığını ve vergilerin çok yüksek olmasından pahalı olduğunu söyleyeceklerdir. Türkiye’de vergilerin gereği gibi toplanabildiğinden bahsedebilir miyiz? Vergi toplayan devletin de tutarlı ve inandırıcı olması gerekiyor. Tıpkı Çinli bilge Konfüçyüs’ün dediği gibi “Vatandaşlar devlete bağlı olacak, ancak devletin de vatandaşına adaletli olması gerekiyor-aksi takdirde denge bozulur ve devlet çöker”

Seyahat ettiğinizde insanlık uygarlığının birbirine bağlı bir “puzzle” olduğunu keşfedeceksiniz. “Puzzle”ın bir parçasının Çin’de; diğer parçasının Mısır’da; bir diğer parçasının Meksika’da; diğer parçacıklarının Peru’da, Hindistan’da, Yeni Zellanda’da ve gittiğiniz keşfettiğiniz yerlerde olduğunu göreceksiniz.

Hz Muhammed bir gezgindi-peygamberliğinden önce kervanlarla tüm Ortadoğu coğrafyasını gezmiştir; Hz İsa da bir gezgindi-yürüyerek köy köy dolaşarak mucizelerini gösterdi; Hz Musa da bir gezgin ve rehberdi-kavmine Sina çöllerinden nasıl geçeceğini gösterdi; Buda, Lao Tse, Konfüçyüs: Asya’da dinleri kuran bu büyük düşünürler de birer gezgindi. Seyahat devrimlere ilham kaynağı olur. Kübalı devrimci Che Guevarra Küba devrimini yapmadan önce Latin Amerika’yı motosikletle boydan boya gezerek gezdi ve Latin Amerika halklarının Amerikan emperyalizmi tarafından nasıl ezildiğine tanık olmuştur.

Seyahati en çok insanı dönüştürme gücünden dolayı seviyorum! Bir seyahate çıkmadan önce ve seyahatten döndükten sonra aynı insan değilsinizdir artık. Biriktirdiğiniz anılar, o seyahatte yaşadıklarınız ve öğrendikleriniz sizi “hayatı anlama” evresine çıkarır. Dünya ve evren evinizin küçük penceresinden gördüklerinizden ibaret değildir. Dünyada keşfedecek ve sizi içsel yolculuklara çıkaracak çok yer var. Yapmamız gereken tek şey evinizin kapısından cesaretle çıkıp bu yolculuk için adım atmaktır. Hayatınızın eskisi gibi olmadığını ve kendinizde birçok şeyin değiştiğine tanık olacaksınız. Tüm bu yolculuk sonrasında eğer hiçbir şey olmasa bile dünyadaki farklılıkların en büyük zenginlik olduğunu öğreneceksiniz.

Not: Yazının sorumluluğu yazarına aittir. www.turizmajansi.com ile bağlantı kurulamaz; doğacak hukuki sonuçlardan site sorumlu değildir.
Etiketler:Turizm Atilla Tuna
Yorumlar
Mehmet Güneli
21 Kasım 2022, Pazartesi 11:11
Atilla Bey hayırlı olsun, tebrikler, kaleminize sağlık.
Tuncer Özmen
18 Kasım 2022, Cuma 08:23
Lütfen önce gönderdiğim notun intikal edip etmediğini bildirin.
Tuncer Özmen
18 Kasım 2022, Cuma 08:19
Sayın Atilla bey, 80 yaşında, sağlık sorunları olan bir hayranınızım. Mersin’de, oturduğum yerden peşinizi hiç bırakmam. Zamanında gezdiklerim maalesef devede kulak, ama artık ne fayda:) Büyük takdirlerimle teşvik edeceğim şey, (yazınızın ilk bölümünde kısmen yaptığınız gibi) milletimize ölçmeyi, mukayeseyi öğreterek kuru kuru böbürlenmesini önlemek. Yanyana fotoğraflar konsa insan vatan haini ilan edilir mi bilmiyorum ama insanları biraz kendine getirir. Keza, TV’lerde de aynı şey çok fazla yapılmalı. Diğer bir konu, güzel yazılarınızın yayınlanmadan önce dikkatli bir gözden -yazım kuralları yönünden- geçirilmesi. Artık bu devirde çok önemi kalmadı ama ihtiyar titizliği deyin. “ Türk Tarihi için o kadar önemli ki – gitmemek olmaz. Bir ülke düşünün ki nüfusun en az 3/1’i Türkçe konuşuyor.” Bunun dışında daha birçok yazım hatası. Sağlık olsun. Kolaylıklar, başarılar.
Y.AYDIN BİLGİN
18 Kasım 2022, Cuma 05:37
Yaşanan şehirde dört duvarın arasından çıkarak dünyayı tanımak için seyahat etmekten daha güzel bir yaşam tarzı olamaz. Bunu en iyi şekilde gerçekleştiren ve bize dünyayı tanıtan Atilla Bey'e ve grubuna gönülden teşekkürler.
 
  Yorum için en fazla 1000 karakter girişi yapılabilir!
captcha