Bir kurumda güçlü bir muhalefet varsa o kurumda işler yolunda demektir. Böyle bir muhalefet, bir taraftan kurumda denetim mekanizması gibi çalışırken diğer taraftan yönetenleri daha dikkatli davranmaya sevk eder. Haliyle o kurum daha derli toplu bir görüntü içinde yönetilir. Dışarıya karşı vereceği mesajlarda o ölçüde güçlü olur.
Halihazırda günümüz değeriyle yıllık yüz milyon liraları aşan bütçesi ile 37 tane BTK ve 270 personel ile adeta bir holding şirketi gibi 11 bin üyesine hizmet vermeye çalışan TÜRSAB’ı yönetmek için çok ciddi plan ve projelerle yola çıkmak gerekiyor.
Gerçeklerden uzak, üye sorunlarını bilmeyen ya da bu sorunlar için kafa yormayan, sırf genel kurul kürsüsüne çıkmak, camiaya görünmek için aday olanların ne kuruma ne de meslektaşlarına bir faydası olabilir. Bu tarz heveslerle yola çıkanların TÜRSAB’a bir katkısı olmayacağı gibi kurumu çok büyük tehlikelerle karşı karşıya bırakacaktır.
İşte tam da yukarıda tarif etmeye çalıştığım sebeplerden dolayı son genel kurulda kaybeden tarafın, yani muhalefet adaylarının genel kurul performansını masaya yatırılmasının gerektiğini düşünüyorum.
Son genel kurulda muhalefetin performansı nasıldı?
Hamasete dayalı muhalefet hiçbir zaman tutmamıştır; bunu son genel kurulda fazlasıyla hissettik. Bu genel kurulda muhalefet iyi bir sınav veremediği gibi muhalif adayların hemen hepsinden yaratıcılıktan uzak bir kürsü performansı izledik.
Gerek seçim çalışmalarında ve gerekse genel kurul kürsüsünde halihazırda TÜRSAB’ı idare edenlerden daha iyi yönetebilecekleri konusunda delegeyi ikna edemediler. Delegenin esas sorunlarını ön planda tutan gerçekçi bakış açıları yerine tüm stratejiyi mağduriyet üzerine kurmaya çalıştılar.
Oysa meslektaşlarının yaşadığı ve cümle alem tarafından bilinen sorunları nasıl çözecekleri üzerine odaklanmaları gerekirken, inandırıcılıktan uzak ve hiçbir temele dayanmayan vaatlerde bulunarak süreci idare etmeye çalıştılar. Hal böyle olunca da dedikodu tadında kürsü konuşmalarıyla geçen bir genel kurul atmosferi yaşandı.
Bir başkan adayının kürsüde yaptığı konuşmalarının neredeyse tamamını mevcut yönetime laf sokma üzerine kurarak sürdürmek nasıl bir strateji olabilir ki? Bu şekilde üyeyi ikna edemezsiniz.
Mesela beş yıl mevcut başkanla birlikte çalışıp ‘TÜRSAB’ı tek adam yönetiminden kurtaracağım, yapılan birçok şeyden haberim yoktu’ gibi söylemlerden oluşan bir seçim stratejisi benimsemek ciddi bir hatadır. İlgili adayın aldığı oyalara güvenerek doğru yaptığını düşünmesi de ayrı bir hata olur. Zira TÜRSAB’da bir gelenek var, kim muhalif adaysa ona giden ciddi bir oy vardır zaten.
Artık hiçbir delege ‘ben TÜRSAB’ın yeni yasa taslağını görmedim’ cümlesine itibar etmiyor. Bahsi geçen taslağın mevcut sorunları çözmek için çok önemli bir yasal altyapı oluşturacağını herkes biliyor. Her geçen gün değişen pazar koşulları nedeniyle yüzleştiğimiz sorunların hiçbirini yasal bir altyapı oluşturmadan çözemezsiniz. Bunun aksini söyleyenler ya yalan söylüyor ya da işi bilmiyor.
Sayın bakanın yaptığı toplantılarda yüzlerce seyahat acentasının üye olduğu dernek yöneticilerinin gördüğü ve beğendiği o yasa taslağını ‘görmedim, bilmiyorum’ gibi söylemlerle “strateji” oluşturmak yerine Sayın bakanı ikna edip o taslağın meclise göndermesini sağlayacağım’ tarzı söylemler, emin olun daha çok itibar görürdü.
Ülkede başka hiçbir camiada duyamayacağınız sığ ve bana göre kurumu ve delegeyi küçük düşürücü tartışmaları bizim camiada duyarsınız. Siz bugüne kadar bizim camiadan başka hangi kurumda çalışan personelin maaşları veya diğer birtakım gider kalemleri milletin diline pelesenk edilip ülke kamuoyu önünde açık bir şekilde tartışıldığını gördünüz? Bunlar maalesef sadece TÜRSAB’da yapılıyor.
Mesela delegenin genel kurula TÜRSAB’ın imkanları ile taşınması gerekliliği üzerinden kurulan bir stratejisi ile seçim kazanılabilir mi? Delegenin genel kurula TÜRSAB’ın imkanlarıyla taşımayı gündemde tutmak yerine topyekûn delege sistemine geçilmesi gibi daha radikal çözümleri tartışmaya açmak daha faydalı olabilirdi.
Türkiye’nin en stratejik sektöründe yasayla kurulmuş tek kurumu olan TÜRSAB’a açıkça yapılan saldırıları görmezden gelmek, meslektaşlarının sorunlarının çözmek yerine onların önündeki en büyük engel olanlara karşı hiçbir politika geliştirmeden bu kuruma başkan adayı olmak suya yazı yazmak gibidir.
Hele bir de TÜRSAB’ı umursamayan ve elinden gelse kapatmak isteyen bir Bakana gidip kurumu yönetenleri şikâyet etmek, genel kurulda başkanlık yarışı için ondan medet ummak TÜRSAB delegesinin hoş karşılayacağı bir davranış değildir.
Haliyle bunca bariz hatalarla seçim kazanmak mucize olurdu. Nihayet kurumu daha iyi yönetebilecek hiçbir çözüm ortaya koyamayan muhalefet, Firuz Başkana TÜRSAB’daki en rahat genel kurul sürecini yaşattı.
Bu arada kimse genel kurulda yaşanan birtakım hatalara sığınarak bahane aramasın. Bu hatalar usulen yapılan hatalar olabilir ancak TÜRSAB’ın yasasına ve yönetmeliklerine aykırı hiçbir durum olmadı. Bu durumu genel kurulda görev yapan bakanlık temsilcileriyle yaptığım sohbet sırasında onlar da teyit ettiler. Zaten aksi olsaydı emin olun o genel kurul yapılmaz ve bir şekilde erteletilirdi.
Kaldı ki bu genel kurulda yaşananlardan daha vahim ve çirkin olanlarını önceki genel kurullarda çok gördük. Onun için burada haksızlık, hukuksuzluk yapıldı diyerek genel kurula gölge düşürmek yerine ‘biz nerede hata yaptık’ demek mevcut muhalefet açısından daha yararlı olacaktır.
Muhalefeti neden başarılı olamadı?
Bu soruya cevap aramak için birazda geçmişe gitmek gerekiyor belki de. Bunu şu an ki mevcut muhalefet ve gelecekte yönetime talip olacakların son iki genel kurulda yapılan hataları özenle irdelemesi, onlar için faydalı olacağını düşünüyorum.
Hepimiz hatırlarız, eski genel kurullarda o dönemin başkanı Başaran Ulusoy bol bol fıkralar anlatırken bir kısım meslektaşımız bu fıkralara güler ve elleri çatlayıncaya kadar alkışlardı. Başaran beyin başkanlığı ile sonuçlanan genel kurulların birçoğu böyle geçti maalesef.
Sonrasında işler değişmeye başladı. 2012 yılında başlayan ve benimde içinde olduğum, Antalya’da yakılan muhalefet ateşini arkasına alan Emin Çakmak 2013 seçimlerine girerek Başaran Ulusoy iktidarına çok önemli bir tehdit oluşturdu. Emin Çakmak başkanlığındaki muhalefet o genel kurulda birtakım hatalar yapmasaydı belki de seçimi kazanacaktı.
2015 genel kurulunda ise muhalefet ateşi daha çok büyüdü ve uzun zamandan sonra ilk defa seçimi kazanan iktidarın oylarını geçti. Ama o zamanlarda muhalefetin birlik olamama gibi çok kritik bir sorunu vardı. Nihayetinde iki adayla seçime giren muhalefet, aldığı oyların toplamı yüzde altmışlara ulaşmasına rağmen seçimi Başaran Beye kaybetmişti.
Nihayetinde 2018 yılındaki genel kurulda hata yapmayan muhalefet, Firuz Bey liderliğinde birleşerek kazanmıştı. Peki bu seçimde on sekiz yıllık iktidarını yenilgiye uğratan sihir neydi? Bence burada bir tane sihir yoktu, çok daha fazlası vardı;
2012 yılında başlayıp her geçen gün büyüyerek gelişen muhalefeti o dönemin başkanı göremedi. TÜRSAB’ı bir nevi ticari menfaat ilişkileri içinde yönetirken üyesinin neleri talep ettiğini görmesi mümkün değildi. Bir politikacı için en kötü olanı tercih edip sahadan kopup uzaklaşmıştı.
Bir tarafta zirvedeki yalnızlığı ile baş başa kalan bir TÜRSAB başkanı varken diğer tarafta tabanın sesine kulak veren muhalefet vardı. Muhalefet, o güne kadar herkesin bildiği ama bir türlü dillendirmediği temel sorunlara değiniyor ve delegeye çözüm önerileri sunuyordu.
Şimdi bandı ileriye saralım ve geçtiğimiz kasım ayındaki son genel kurula dönelim. Bu genel kurulda hazırladığı stratejilerle, oluşturduğu çözüm önerileriyle veya kürsüdeki söylemleri ile sizi heyecanlandıran herhangi bir muhalif aday gördünüz mü? Eğer öyle bir aday görseydiniz muhtemelen seçimi kazanırdı.
Son genel kurulda olup bitenlerden sonra bana göre sadece muhalefet değil, delegeler ve mevcut yönetim de dahil herkesin ders çıkarması gerekiyor. Olan oldu, şimdi herkesin önüne bakma zamanı. Üç yıl sonraki genel kurula kadar köprülerin altından daha çok suların akacağı muhakkak, ama zaman su gibi akıp gidiyor. Haliyle gelecek dönem için TÜRSAB’ı yönetmeye talip olanların yavaş yavaş çalışmaya başlaması gerektiğini düşünüyorum.
2025 yılı kasım ayında yapılacak genel kurula param parça görüntüler çizen, farklı adaylarla mı gidilecek, yoksa güçlü bir lider etrafında toplanılarak mı yola devam edecek? Tabii böyle bir lider profili bulunursa şayet! Ya da bütün bu seçeneklerin dışında daha farklı bir yöntem mi belirlenecek?
Bence üçüncü bir yol daha var ki gelişmiş demokrasilerde uygulanan ve oldukça başarılı sonuçlar veren bir yöntemdir. Belki gelecek yazılarımızın birinde bu konuyu da tartışmaya açarız.
Sağlıcakla kalın…
Not: Yazının sorumluluğu yazarına aittir. www.turizmajansi.com ile bağlantı kurulamaz; doğacak hukuki sonuçlardan site sorumlu değildir.