Dünya Turizm Örgütü tarafından her yıl düzenli bir şekilde yapılan istatistik çalışmalarında görüldü ki turizm sektörü dünyada sürekli gelişen sektörlerin başında geliyor. Alınan verilere göre turizmin yıllık büyüme oranı her yıl yüzde dört gibi rakamların üzerinde seyrediyor. Böyle bir büyümenin farkına varan ve sektörden pay almak isteyen ülke sayısı da her geçen gün artıyor.
Turizmin bir ülkeye sağladığı faydalar saymakla bitmez. İşsizlik, döviz açığı gibi ülkeyi enderinden etkileyen sorunlar için birebir ilaç gibidir. Sağladığı katma değerle sadece kendi alanında değil altmışa yakın farklı sektöre de katkı koyarken ihracat kalemleri içinde verimliliği en yüksek sektördür. Bugün geldiğimiz noktada turizm sektörü olarak 2016 ve 2017 yıllarında devlet eliyle yaşanan krizlerden sonra geçen yıl yeniden yükselişe geçerek kayıplarımızı telafi etmeye başladığımız bir süreçte bizi yeni imtihanlar bekliyor.
Yukarıda bahsettiğim üzere sektör olarak başlı başına hiç vergi vermese bile ülkeye birçok yönden katkı veren bir sektör olan turizm sektörüne yeni vergiler konarak bu sektörün hızı mı kesilmeye çalışılıyor anlamakta çok zorlanıyoruz.
İki yıl boyunca yaşanan derin kriz sayesinde yaklaşık on yıl gerilere giden gelir ve kârlılıkları toparlamanın önümüzde birkaç yıl daha süreceği aşikarken yakın zamanda sektöre yüklenen vergilerin bu sektörün toparlanmasını ne kadar uzatacağı tahmin bile edilemiyor. Kısaca bindiğimiz dalı kesme konusunda üzerimize yoktur.
Son birkaç ay içinde kamuoyun gözünden kaçan ama biz turizmcileri ince ince bir girdabın içine sokan yeni vergilerden bahsediyorum. Birkaç ay içinde turizmcilerin üzerine konan tamı tamına dört adet vergi türünden bahsetmek istiyorum ki bu vergiler sektör olarak en iyi sezonlarımızı yaşadığımız 2014 ve 2015 yıllarında bile yoktu.
1 Ocak 2019 da devreye giren ve dış hat yolculara uygulanacak olan 3 Euro’luk güvenlik vergisi olmuştur. Kısaca biz buna havalimanı ayakbastı vergisi diyoruz. Üstüne üstlük bu yasa operatörlerin uçak anlaşmalarını yapıp, tatil paketlerini hesaplayıp satışa sunduktan sonra hazırlanıp yürürlüğe girdi. Yani yurtdışından bizlere yolcu gönderen operatörlerimiz hazırlıksız yakalandı.
Bu uygulamaya ilk itiraz eden TÜRSAB başkanımız oldu. Ayrıca Almanya Seyahat Acenteleri Birliği DRV bir mektup kaleme alıp Kültür ve Turizm bakanımıza göndererek bu uygulamanın ertelenmesini istedi.
Kültür bakanımız Ulaştırma ve altyapı bakanıyla görüşerek bu uygulamanın kaldırılmasını istese de çokta başarılı olamadı ve uygulama her gelen yolcu için bazı havalimanında 1,5 Euro bazı havalimanlarımızda ise 3 Euro şeklinde uygulanmaya başlandı bile.
İkinci vergi türü ise Orman Genel Müdürlüğü’nün turizm amaçlı arazi tahsislerinde irtifak hakkı ve ciro payı üzerinden geriye dönük KDV alınmaya başlanması olmuştur. Bugüne kadar Turizm Bakanlığı, Orman Bakanlığı, Milli Emlak, Varlık Fonu gibi idareler
tarafından yapılan tahsislerde ödenen ittifak hakkı, kiralama, kullanım izni, teslim ve ön izin işlemleri KDV’den istisna edilerek uygulanmasının dayanağı ise 3065 Sayılı KDV Kanunu’nun 17/4-p maddesidir.
Bu Kanun maddesinde hazine tarafından yapılan yukarıda sayılan sistemlerin tamamının KDV sinden istisna tutulacağı hükmü olmasına rağmen Maliye aynı şekilde düşünmüyor ve bu tartışmalar arasında uygulamaya devam ediliyor.
Üçüncü vergi türü de 18 Ocak tarihinde çıkan 7161 sayılı yasayla vergi mevzuatında yapılan değişikliktir. Bu değişikliğe göre kur farkının KDV matrahına dahil olduğuna yönelik düzenlemenin yapılmasıdır. Bu ne demek?
Biliyorsun daha önce kur farkı gelirleri (ki bu gelirler genellikle suni gelir oluyor) bilançolarda görülürdü ancak KDV matrahından muaftı. Şimdi bir seyahat acentesi düşünün; yurtdışından gelen dövizi otele döviz cinsinden konaklama bedeli olarak ödüyor. Bunun karşılığında da oteller tarafından faturalar Acentelere TL olarak kesiliyor. Aynı şekilde Acente de yurtdışına
TL olarak kesilip gönderiliyor.
Burada Acenteler açısından haliyle bazen kur farkı zararı bazen de kur farkı kârı gözüküyor. Oysa bu kâr/zarar farkları gerçekte değil sadece kâğıt üzerinde bir kâr veya zarar olarak gözüküyor. Çünkü seyahat acentasının yurtdışından gelirleri de ve konaklamadan kaynaklı giderleri de döviz cinsinden yapıyor. O konaklama bedelleri seyahat acentasının giderlerinin
neredeyse yüzde doksanına tekabül ediyor.
Şimdi devlet, 7161 sayılı yasaya göre kâğıt üzerinde kârmış gibi gözüken bu meblağlara fatura kesilip KDV tahakkuk edilmesini istiyor. Bu yasayla beraber aslında gerçekte hiç kazanmadığımız paraların KDV’sini ödemek zorunda kalacağız. Aynı şey birçok Otelci açısından da geçerli bir durum.
Dördüncü sırada sayabileceğimiz vergi türü ise bir turizm tanıtma fonu kurulması fikridir. Bu da dolaylı yoldan otellere ve seyahat acentalarına yeni yük getirecek bir tür vergi sistemidir. Henüz devreye girmemiş olan ama Kültür ve turizm Bakanımızın açıklamalarına göre seçimlerden hemen sonra turizm geliştirme fonu altında yeni bir fonu yasalaştırılacak.
Turizm geliştirme fonu yukarıda yazdığım diğer vergi türleri ile kıyaslandığında belki de turizm sektörüne fayda sağlayacak en doğru şey olacak. Her ne kadar şekil olarak tartışılıyor olsa da Türkiye turizminin tanıtımına katkı sağlayacaktır. Burada ki en büyük endişe toplanacak fonun siyasi kararlarla başka taraflara aktarılmaması olacaktır. Onun için bu fonun yasası hazırlanırken turizm tanıtma dışında başka hiçbir yerde kullanılamayacak şekilde net tanımlamalar yapılarak hazırlanmasıdır.
Sonuçta turizm sektörü olarak bir sürü yeni vergi yüküyle karşı karşıyayız. Onca sıkıntı atlatmış bir sektörü desteklemek yerine adeta o sektöre göz dikip kendi bütçelerini bu sektörden gelecek olan yeni vergilerle düzeltme yöntemini seçen devlet, bıçak sırtı iyi giden turizm sektörünün bu vergi yüklerini nasıl kaldıracağını düşünüyor?
Geçen yıllarda verilen uçak destek teşviklerini ve diğer birkaç ufak tefek destek türlerinden dolayı devletin kasasından çıkan paraların çok daha fazlasını geri almayı hedefleyen bir anlayışın sektöre vereceği zararları hesaplamakta sınıfta kaldığını düşünüyorum. Kısaca devlet turizm sektörüne kaşıkla verdiği desteğin karşılığını kepçeyle geri almayı hedefliyor.
İki yıl boyunca kolu kanadı kırılan turizm sektörünün geçen seneden itibaren düzelmeye başladığı bir dönemde peş peşe gelen vergilerin sektörün dışarıdaki rekabet edebilir özelliklerine ciddi zararlar vereceği aşikâr. Hal böyle olunca da Türkiye olarak, dünya turizm pazarında sürdürülebilir bir rekabet ortamını sağlayan argümanlar geliştirmek yerine işin kolayına kaçılması sektöre yapılacak en büyük kötülük olacağını önümüzdeki dönemde hep birlikte yaşayarak göreceğiz.
Son olarak, devlet artık turizme destek vermiyor bari köstekte olmasın diyeceğim ama yürürlüğe giren yeni vergilerle adeta “Atı alan Üsküdar geçmiş” gözüküyor.
Sevgili turizmciler, hepimize geçmiş olsun!
Not: Yazının sorumluluğu yazarına aittir. www.turizmajansi.com ile bağlantı kurulamaz; doğacak hukuki sonuçlardan site sorumlu değildir.
Yorumlar
Hüsniye Engin
13 Şubat 2019, Çarşamba 11:42
+ Yorum Yaz