Türk turizminin bugünlere gelmesinde müteahhitlerin önemli rolü oldu. İnşaat yapmadaki yetenekleri ve risk alma iştahlarıyla, uzun yıllar boyunca sektörün dinamoları oldular. Fakat aradan geçen yıllar içerisinde, turizmi ayağa kaldıran o müteahhitler “büyüdü”, yaşlandı ve yoruldu. Önünde gururla poz verdikleri beş yıldızlı oteller onlara eski heyecanı vermemeye başladı. Otelleri çocuklarına ve damatlarına bırakıp; köşelerine çekildiler.
Neden turizmci olamadılar?
Otelleri birer arazi değerlendirme aracı ve prestij objesi olarak gören müteahhitler, işin hizmet etmeyi gerektiren işletmecilik tarafını pek sevmedi. Çok görkemli temalı oteller yaptılar, fakat içinde insana dokunan açılımlar yapamadılar. Hal böyle olunca da otellerini her şey dahil işletme modeline teslim ederek birer turizm fabrikasına dönüştürdüler.
Ürün geliştiremediler
Otellerindeki hizmet kalitesini geliştirip yeniliklere imza atmak yerine, rakibinde gördüğünü kopyalayarak yoluna devam etmeyi tercih ettiler. Ve gün geldi ‘müteahhitler’ büründükleri konservatif tutumlarıyla sektörün önünde engel olmaya başladılar.
Fark yaratanların ortak özelliği...
Yaşanan bu süreçte fark yaratanlar da olmadı değil. Fakat hikayelerine baktığınızda, çoğunun ya turizm sektörünün içinden ya da hizmet sektörünün en altlarından geldiğini görürsünüz. Bunun en iyi iki örneği Aska Otellerinin sahibi Ramazan Arslan ile Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Ersoy’dur.
Ramazan Arslan, Kahta’da küçük bir lokantada başladığı garsonluğu otel zinciri patronluğuna, Mehmet Ersoy ise turist rehberliği yaparak girdiği yolda en tepeye ulaşmayı başaran bir isim… Başlangıç sermayeleri, eğitimleri ve şansları bir olmasa da ortak paydaları turizmin mutfağından gelmeleri ve tek işlerinin turizm olmasıydı. Bu iki örneğe, her birinin hikayesi çok farklı olsa da, çıkış noktaları itibariyle, Rixos ve Titanic gibi onlarcasını daha ekleyebilmek mümkün.
Otelleri sevdiler turizmi sevmediler
Müteahhitler ise, otelleri sevdiler fakat turizmi pek sevmediler. Çünkü onları tatmin edecek ve daha hızlı kazandıracak bir sektörün içindeydiler zaten. İnsanla uğraşılarak para kazanılan turizm, doğal olarak onlara cazip gelmedi.
Risk ne?
Ülkenin en güzel turizm bölgelerinin, en değerli parselleri 1984’ten buyana yatırımcılar arasında pay ediliyor. Tek şart otel yapmak ve arazinin kirasını ödemek! Hiçbir yatırımcının nitelikli turizm yapmak, ülkeye daha fazla döviz kazandırmak, daha çok vatandaşımıza iş vermek ve ülke imajına katkı sağlamak gibi mecburiyeti yok. Yasal olarak böylesi bir kaideye bağlayabilmek de mümkün değil.
Fakat denizin, plajların ve otellerin üzerinde bulunduğu arazilerinin gerçek sahipleri olan milletin ortak menfaatini gözetecek bazı tasarrufların da alınması gerektiğini düşünüyorum. Artık tahsis edilecek arazilerin taliplerine, nasıl bir otel yapacaksın yerine, Türkiye turizmine ne kazandıracaksın sorusunun sorulması gerekiyor.
Bu soruların tahsisli arazileri satın almak veya süresini uzatmak isteyen yatırımcılara da sorulması gerekir. Yirmi kusur yıldır “ne yaptın, ne kazandın, ne kazandırdın?” diye…
Aksi halde, sahillerin 1. sırasını kapan yatırımcılar, yerlerini koruyabilmek için saflarını sıklaştırırken, turizmin önünde de aşılması güç bir duvara dönüşecekler.
Not: Yazının sorumluluğu yazarına aittir. www.turizmajansi.com ile bağlantı kurulamaz; doğacak hukuki sonuçlardan site sorumlu değildir.
Yorumlar
Zafer Cengiz
21 Aralık 2018, Cuma 03:11
+ Yorum Yaz