Yazarlar (Turizm Meclisi)

Tükettiğimiz dünya; tükenecek özgürlükler

Handan Atamer Engin
Handan Atamer Engin
Kites Group CMO

Dünya uzun zamandır fısıldıyordu aslında… Rüzgâr biraz daha sert esiyor, deniz kabarıyor, mevsimler yerinden oynuyor… Bizse bavullarımızı toplayıp yeni kaçış rotaları çizerken, arkamızda bıraktığımız izleri unuttuk. Unuttuğumuzu sandık ama dünya unutmadı.

Şimdi o izlerin hesabı masaya yatırılıyor. İngiltere’de 2030’a kadar hayata geçirilmesi planlanan karbon pasaportları, bu hesabın ilk güçlü sinyali. Kâğıt üstünde çevreyi korumak için atılmış bir adım gibi görünüyor ama gerçekte seyahat özgürlüğünün sınırları yeniden çiziliyor. Her bireye yıllık bir karbon kotası… Aşıldığında cezalar, yasaklar… Kulağa “gezegen için gerekli” gibi gelse de, bu satır aralarında turizmin kalbine saplanan sessiz bir neşter var.

Bugünlere yalnızca plastik pipetlerle ya da havlu israfıyla gelmedik.
Yollar ucuzladıkça, aslında değer pahalandı. 9,99 Euro’luk biletlerle gökyüzü bir süpermarket rafına dönüştü. Seyahat bir zamanlar emek isterdi, anlam taşırdı. Şimdi bir tıkla satın alınan “deneyimler”, şehirlerin ruhunu ucuz bir broşür kâğıdına sıkıştırıyor.

Ucuz ulaşım politikaları insanları hareket ettirdi ama beraberinde niteliksiz kalabalıkları da sürükledi. Biz, “ulaşılabilirlik” uğruna gezegenin yükünü biraz daha artırdık. Ucuz ulaşım aslında pahalı bir faturaydı; sadece ödeme günü henüz gelmemişti.

Hep söylüyorum, yazıyorum:
Turizm yalnızca valiz ve uçak bileti değildir; bir ormandır, bir nehrin sabrıdır, bir kayanın sessizliğidir. Ve biz, “daha çok görmek” uğruna gezegenin en güzel yerlerini hoyratça tükettik.

Bir zamanlar bir kartpostal kadar zarif olan Tayland’ın Maya Bay’i… Selfie çubuklarının, plastik şişelerin ve kontrolsüz kalabalığın nefessiz bıraktığı bir sahile dönüştü. Mercanlar kırıldı, deniz bulandı, yaşam sustu. Çare? Yıllarca kapatıldı. Ardından bir ikinci şansla, yalnızca sınırlı sayıda ziyaretçiye kapılarını açtı.

Benzer kotalar dünyanın dört bir yanında devrede: Machu Picchu için biletler kısıtlı, Venedik’e giriş ücretli. Gezegen artık nazikçe uyarmıyor; resmi sınırlamalarla konuşuyor.

Doğa artık kendi sınırlarını çiziyor… Ama hikâyenin bir de öteki yüzü var. Masanın diğer tarafında ise plastik tabelalarla çevreci rolüne bürünen, aslında sessiz ama derin izler bırakan bir turizm endüstrisi oturuyor.

Otel lobilerinde karşımıza çıkan “eko dostu” tabelalar… Ne ironiktir ki, çoğu yalnızca plastik bir tabeladan ibaret. Odalarda plastik şişeler, tek kullanımlık bardaklar, sonsuz enerjiyle çalışan klimalar… “Çevre duyarlılığı” dediğimiz şey bazen yalnızca iyi paketlenmiş bir pazarlama metninden ibaret.

Turizm sektörü bugün karbon emisyonlarında yarışan büyük oyunculardan biri. Ekolojik turizm artık bir tercih değil; var olmanın mecburi şartı.

Bu tablo sadece uzak diyarların meselesi değil; burnumuzun ucunda yaşanıyor. Kapadokya sabahları artık kuş sesleriyle değil, balonların uğultusuyla uyanıyor. Vadilerde taşlar değil, motorlar yankılanıyor.
Antalya sahilleri, “her şey dahil” sistemin bedelini su kaynaklarıyla ödüyor; kontrolsüz tüketim denizi de doğayı nefessiz bırakıyor. Ayder Yaylası ise çarpık yapılaşmanın ve kalabalığın baskısı altında sıkışıyor.

Biz bu hikâyenin kenarında durmadık. Dünyayı tüketirken sadece hakkımızı değil, gelecek nesillerin payını da yedik. Elbette mesele sadece tatilde duşu açık bırakmamız değil… Bir de perde arkasında karbon kotasını kimlerin yazdığı var.

Paris İklim Anlaşması 2015’te umutla imzalandı ama sahne arkasında çevre politikalarından çok daha fazlası oynanıyor. Zengin ülkeler karbon kotasını kendi lehlerine şekillendirirken, gelişmekte olan ülkeler turizm gelirleri üzerinden yeni bir baskı mekanizmasıyla karşı karşıya kalıyor.

Karbon pasaportları kulağa çevreci bir hamle gibi gelse de bu sistem seyahat hakkını sessizce bir ayrıcalığa dönüştürme potansiyeli taşıyor. Belki bir gün dünyayı gezebilmek, yalnızca cebinde biraz daha fazla “karbon hakkı” olanların ayrıcalığı olacak.

Ama hikâye sadece onların yazdığı bir oyun değil… Perdenin arkasında büyük güçler varsa, önünde de biz varız. Sessiz izleyici değil, aktif birer oyuncu olarak. Otelin havlusunu gereksiz yere değiştiren, ışıkları ardında yakıp giden, plastikleri denize uğurlayan biz… Gezegenin yükünü, indirimli bir biletin konforuna sığdıran biz.

Ve şimdi gezegen diyor ki: “Dur.”
Belki daha az uçacağız ama daha çok düşüneceğiz. Belki daha az yer göreceğiz ama daha çok değer vereceğiz. Ve belki… turizm bir sorumluluk biçimi olacak.

Bavullarımızı biraz daha dikkatli toplama zamanı geldi. Çünkü gelecekte sınır kapılarından karbon pasaportlarımızla değil, gezegene bıraktığımız izlerle geçeceğiz.
Ve o gün geldiğinde, kim olduğumuz değil, ne tükettiğimiz sorulacak bize.

Porto’dan bildiriyorum… Douro’nun coşkun akıntısı, dünyanın sabrının da sonsuz olmadığını hatırlatıyor.

Yorumlar (0)