Yaklaşık iki ay oldu. Asya’nın gizemli ülkesi Tayland’ın ünlü tatil merkezi Pattaya’dayım. Doğal güzellikleri, tropikal iklimi, güler yüzlü insanları ve akıllara durgunluk veren eğlence anlayışıyla yılın dört mevsimi dünyanın her yerinden milyonlarca turisti ağırlıyor. Herkesin ağzında sakız olmuş adıyla ‘’ tatil cenneti’’. Orijinal travesti kabare şovu, timsah çiftliği, hakikat tapınağı, Buda, mercan adaları, walking Street ile iki bin on dokuz yılında otuz bin turist bekliyor.
Temmuz ayının ortalarında muson yağmurları karşıladı beni. Birkaç damla tek sesli müzik gibi yağan yağmur kovadan boşanırcasına yağan yağmur ile çok sesli bir müziğe dönüşüyor. Sanki gökyüzünün orkestra şefliğinde yaylı, vurmalı çalgıların hepsi aynı anda çalıyor. Nem ve yüksek sıcaklık bir üflemeli çalgılarla kupkuru bir havaya dönüyor. Her bilinmeyen birkaç saatte bir yağmur duruyor sahne dönüyor elli derece sıcaklık yerini alıyor sonra yine sahne dönüyor yağmur yağıyor. Her gün bu aylarda Pattaya tiyatro sahnesine dönüşüyor.
Ben dikkatlice insanları izliyorum. Sanırım onlar da beni. Halk güleryüzlü, tartışmayı sevmiyor. Kelimeleri uzatarak konuşuyorlar. Çoğunun evlerinde mutfak bile yok. Yemeklerini akşam sokaklara kurulan çarşı pazarlarında yiyorlar. Her köşe başında bulunan onlarca motosiklet taksiler şehir içi ulaşımında altmış baht ile yüz baht arasında ücretler ile müşterilerini taşıyorlar.
Buradaki insanlar mutlu. Pattaya’lı Checkey Thap Patraya ana caddedeki motor taksilerden. Günde dört kez şansı varsa altı kez müşteri alıyor ve günlük kazancı dört yüz baht ile altı yüz baht arasında. Kazanamadığı günde kazandığı gün kadar mutlu. Kazandığı dört yüz bahtın yüz elli bahtını sokak çarşısında yemek yiyerek kalan kısmını da diğer ihtiyaçları için kullanıyor. Evi yok! İhtiyacı da yok. Binlerce insanın geceyi geçirdiği Jompteen Beach’te yatıyor. Dört yüz bahtı kazandığı gün ise bizim hiç mutlu olamayacağımızdan daha çok mutlu! Ben onun bir günlük mutluluğu kadar mutlu olabildiğim birkaç gün bile hatırlamıyorum hayatımda. Checkey’den daha çok sahip olduğumuz şeyler hatta daha çok kazandığımız para var ama bu bize mutluluk vermiyor.
İnsanlar asla birbiriyle, giyimiyle, seçimiyle, tercihleriyle, yaşam şekliyle ilgilenmiyor. Asla kimse kimsenin hayatının etki alanında değil. Bu tercihlerine göre yaşamını şekillendirmiş insanların hayatına kimse müdahale etmiyor. Kimse kimseyi kendi yaşam biçimine adapte etmek için çaba harcamıyor. Yaşam biçimine benzetemediğini aşağılamıyor, küçümsemiyor kendi benimsediği hayatını dayatmıyor.!
Köşe başında hayatını tercih ettiği biçimiyle yaşayan kadınların hiçbiri saldırıya uğramıyor, zorlanmıyor, kaçırılmıyor, tecavüz edilmiyor.
İnsanlar mütevazi. Bizim insanların hepsi büyük adam. Kılık kıyafeti abartılı, saç, sakal, tüy, kıldan şekil yapıyor kendine. İşinde büyük adam, yaşadığı etki alanında büyük adam, araba kullanırken büyük adam, eviyle, katıyla, yatıyla büyük adam, konuşurken büyük adam… Sayısını ve süresini hesaplayamadığım bu geçici dünyanın her yerinde kendinden başkalarına herkes büyük adam… Aşırı derece alıngan, kibirli, sürekli bir çıkar ve alışveriş ilişkileri içinde. Bunlardan biri büyük adamın işine gelmezse ilişki de yok. Dostluk yok, komşuluk yok…Kin, nefret ve ihtiraslarıyla her an saldırı halinde.
Burada kimse büyük adam değil bizde olduğu kadar! Şirketin sahibi de çalışanı da aynı karavanadan yemek yiyoruz. Temizlikçi, bulaşıkçı, kasiyer, ahçı herkes aynı masada. Asla kimse büyük görünme çabasında değil, olduğu gibi görünüyor, daha kolay ilişki kuruyorsunuz insanlarla. İşi daha iyi yapmanın peşine düşüyor daha çok çalışma ve öğrenmeye aşkıyla dolup taşıyorsunuz.
Kimse size yaşınızı, milliyetinizi, sosyal durumunuzu asla sormuyor. Adınızla hitap ediyorlar. Kimse size ‘’Amca, Dayı,’’ demiyor.
Bir gün yakınımdaki kondoda kalan İngiliz dostum Rob bana kahve içmeye gelir, ona sordum.
‘’Niçin Tayland’da kalıyorsun
‘’Kimse bana burada yaşlı olduğumu hissettirmiyor’’ dedi.
Biz daha çok ilgileniyoruz insanlarla. Biz daha çok çekim ve etki alanındayız insanların. Hiç sevmiyoruz kendimize benzemeyenleri. Hatta nefret ediyoruz, küçümsüyoruz, aşağılıyoruz hatta izole ediyoruz onu hayattan. Mutsuz ve çaresiz insanlar haline getirdiklerimizden mutluluk hissiyle doluyor gurur köşemize çekilip çaresizliklerinden keyif alıyoruz.! Burada kimse kimsenin özgür alanından beslenmiyor, insanları esiri haline getirmiyor. Kimse kimsenin hayatına asla müdahale etmiyor.
Değirmenden Mektuplar (II) ‘’iki bin elli altı yılında’’adlı hikayemde bundan otuz yıl sonraki açlığı yazarken insanların tek kurtuluşunun çekirge çiftliklerinden elde edilen larvalarla açlığına çözüm bulabileceğini yazmıştım. Bunun somut gerçeğini Tayland’da gördüm. Çekirge önemli besin kaynaklarından biriydi.
Ancak insanlar hayata farklı bakamıyor herkes kendi küçük dünyasında büyük yanılsama dünyasının esiri olmuş durumunda. İnsanların farklı yiyecekleri yiyebileceklerine bile hoşgörü duymuyorlar. Bir arkadaş ‘’Facebook’’a yazdığı yorumunda akrep, hamamböceği, timsah eti yiyenlerden iğrendiğini yazıyor. Hindistan’da inek kutsal ama biz kesip yiyoruz. Onlarda mı bizden iğrensinler? İnsanlarımızın Hiç tadını bile bilmediği tatmadığı yiyeceklerin resmini bile görmeye tahammülü yok. Bir gün açlığın ona midesinin sesini susturabilmek için neleri yedireceğinden haberi bile yok(!)…
Herkes dünyaya kendi bulunduğu küçük dünyasından yanılsamalı büyük dünyasına bakıyor.
Oysa dünya nüfusu, sizin hoşgörüyle bakmanızı umut eden altı milyardan çok insandan oluşuyor.
Not: Yazının sorumluluğu yazarına aittir. www.turizmajansi.com ile bağlantı kurulamaz; doğacak hukuki sonuçlardan site sorumlu değildir.
Yorumlar
Nevin Kalafatoğlu
10 Ocak 2020, Cuma 02:47
Nihat Yüksel
30 Ağustos 2018, Perşembe 04:34
Hayati Küçükçakar
30 Ağustos 2018, Perşembe 03:58
Kubilay Alpaslan
30 Ağustos 2018, Perşembe 01:52
+ Yorum Yaz