Bir seyahat dönüşü, gittiğiniz yerle ilgili kareler zihninizden akıp gider film şeridi gibi. Taptazedir… İlk günler belki binlerce, biraz zaman geçince yüzlerce, biraz daha geçince onlarca. Üzerinden yıllar geçtikten sonra da belki 3-5 kare, 3-5 sekans…
Kısa bir süre önce Bangkok’a yaptığım harika ziyaretten, hafızamda yıllar sonra birçok hatıra kalacaktır bundan eminim. Asla unutamayacaklarım arasında ilk sırayı kapacak olan bir şey varsa o da şudur:
Sokaklar…
Sokak sever misiniz? Yaz akşam üstlerinde yüzünüze belli belirsiz çarpan esintiyle yürümeyi. Sonra bir açık hava restoranına oturmayı. Soğuk bir kış günü ışıklı bir caddenin akışına kendinizi bırakmayı… Bir pazar yerinde bir aşağı bir yukarı gezinmeyi. Kapısı sokağa açılan mağazalara girip çıkmayı. Bir kafeye oturup gelip geçeni izlemeyi.
Herkesin sevdiği bir ‘sokak’ ya da ‘sokaklar’ kültürü vardır mutlaka.
Bangkok’ta tanıştığım sokaklar ise bambaşka. Fiziki güzellikten bahsetmiyorum, inanılmaz bir ruh söz konusu olan…
Turistik yerlere yaptığım ziyaretlerde genellikle neler olabileceğini tahmin ederim. Nereye gidersem gideyim turistik bir destinasyonu değil; bir ülkeyi, bir şehri görmeye giderim. Görmek kadar gözlemlemeye de çalışırım. Bu da bir gezi yazısı değil zaten. Orayı gezin, şurada yemek yiyin, şurada masaj yaptırın bilgileri yok. Öylesine etkileyici tarihi eserler, tapınaklar var ki söylemeye bile gerek yok zaten. Onları söyleyen, yazan çok kişi var.
Benim söyleyeceklerim daha ziyade hissettiklerim, ‘ne iyi oldu ki buradayım’ dedirten bir şehrin, kan akışımı nasıl hızlandırdığı.
Bangkok beni ters köşe yapan şehirler arasında ilk sıraya yerleşti diyebilirim. Beklediklerimin, umduklarımın aksine etki yapan. Ne mutlu ki olumlu yönde…
Bence Bangkok, gitmeden önce yaptığınız şehri tanıma plan ve kararlarını boşa çıkaran bir şehir. Yapacaklarınızla ilgili kararı siz değil, bizzat Bangkok’un kendisi veriyor çünkü.
Bırakın kendinizi sokaklara…
Akıp gidersiniz zaten…
Bir eserin önünde kendinizin fotosunu çektirmekten çok, sokaklara dalıp her kareyi ölümsüzleştirmek istiyorsunuz. Öylesine fotojenik…
Görmek kadar gözlemlemeye de çalışırım demiştim. Bu kez de öyle oldu ve ben hayatımda gezip gördüğüm 80’den fazla şehir içinde sokakla bu kadar barışık, ‘keyif’ yapmak açısından sokağın hakkını veren başka bir şehir ve millet görmedim. (Belki görmediğim ama bu nitelikleri taşıyan başka bir şehir de vardır, ama benim için şimdilik böyle).
Geçmişte iki kez planlayıp son anda gidemediğim şehri bu kadar beklediğime değdi diyebilirim.
Buram buram mis gibi yemek kokan (evet bazı sokaklarda biraz ağır yemek kokuları da var) sokak yemeklerinin başkenti;
Yasemin kokulu çiçek bahçesi;
Tropik meyve cenneti;
Tayland’ın Formula araçları ‘tuktuk’ların pisti (!)
Bu listeyi binlerce kelimeyle uzatabilirim…
Hiçbir fotodan veya çekimden, sosyal medya gönderisinden gözünüzün size aktardıklarını, tadı damağınızda kalan yemeklerin tadını, burun deliklerinize dolan mis kokuları algılayamazsınız değil mi?
Koca şehir bir açık hava restoranı ve herkes günün, gecenin hemen her saatinde sokakta buluşmak için sözleşmişler gibi.
Klişe değil gerçek: 24 saat yaşayan bir şehir.
Hem lüks hem mütevazı.
Hem modern hem geleneksel.
İstanbul gibi biraz. Kozmopolit. Her şey ortaya karışık. Her şeyden biraz biraz. Belki o yüzden bu kadar sevdim…
Bir daha gitmek ister miyim?
İstemek ne demek!
Uçarak giderim…
Belma Toprak