75. yılında Royal Edinburgh Military Tattoo üzerine…
Edinburgh Kalesi’nin önünde, gökyüzü geceyle mühürlenmişken birden yankılanır borular…
Davullar çalınır.
Adım sesleri taş sokaklara iz düşürür.
Askerî bir seremoni değildir bu sadece; bir hafıza törenidir. Bir halk, bir ülke, bir medeniyet… kendini unutturmamak için ritimle konuşur burada.
Royal Edinburgh Military Tattoo bu yıl 75. yaşında. Tam yetmiş beş yıldır, her Ağustos akşamı, dünyanın dört bir yanından gelen askerî bando takımları, dansçılar, akrobatlar ve folklor grupları bu taş kalenin gölgesinde buluşuyor.
İskoç gaydalarıyla başlar gece. Ardından İsviçre’den Portekiz’e, Ukrayna’dan ABD’ne askerî disiplinle harmanlanmış görsel bir şölen sunulur.
Ve sonra… Göz, kulak, kalp doyar da bir eksiklik çakar içimize.

Türk Ordusu nerede?
Oysa biz, tarih kitaplarının değil, tarihin ta kendisiyiz. Binlerce yıllık bir savaş sanatı, devlet geleneği ve askerî müzik kültürü taşırız. Toprağa sadece adım değil, mehterle ritim, borazanla uyarı, davulla kararlılık, marşla hafıza işlemiş bir milletiz. Ceddimiz yürüdüğünde yalnızca ilerlememiştir; dünyanın ritmini değiştirmiştir.
Askerî müzik, bizim için sadece moral değil, bir varoluş biçimidir. Ve şimdi o ses, o ritim, o kimlik… Dünyanın gözlerinin çevrildiği bu sahnede neden yok?
Tattoo bir gösteri değil yalnızca. Bir devletin, susmadan anlatma biçimidir.
Müzik, disiplin, tarih ve gururun senfonisi. Her ülke yalnızca notalarını değil, kimliğini getirir bu sahneye.
Japonlar kılıçların sesiyle gelir, Fransızlar asaletin ritmiyle, Amerikalılar Hollywood’u aratmayacak koreografilerle…
Ya biz?
Biz seyirciyiz…
Sosyal medyada “vay be ne güzelmiş” diyen izleyiciler…
Halbuki biz, bu sahnede yürümeyi çoktan hak ettik. Mehteranımızla, Jandarma Bandomuzla, Deniz Kuvvetleri’nin ihtişamıyla… Tarihi taşlara bastığımızda, sadece adım atmayız; zamanın üzerinden geçeriz.
75. yılına özel olarak bu yıl Tattoo daha ihtişamlı, daha sesli, daha mesaj yüklüydü. İskoçya’nın bağımsızlık hikâyesinden Maori savaş danslarına, dijital sahne efektleriyle birleşen binlerce yıllık gelenekler sahnedeydi. Ve evet, biz yine orada yokuz.
Yokluk, bazen unutkanlıktan doğmaz. Bazen kendi hikâyemize yeterince inanmamaktan… Bazen diplomatik tembellikten, bazen kültürel özgüvensizlikten…
Ama artık sormak gerekiyor: Dünyaya sadece tanıtım filmiyle değil, törenle, gösteriyle, sahneyle de var olmayı ne zaman hatırlayacağız?
Çünkü bir ülkenin sesi yalnızca meclisinden değil, mehterinden de duyulur. Yalnızca savaşında değil, şovunda da iz bırakır. Tattoo’nun gecelerinde binlerce izleyici alkışlar arasında büyülenirken, bir sandalye hâlâ boş. Üzerinde “Türkiye” yazıyor. Üzerinde senin, benim, bizim tarihimiz var.
Ve o sandalye hâlâ sahibini bekliyor
Ve ben, tam da bir halkın hafızasını davulla hatırlattığı, millî gururun notaya döküldüğü, medeniyetlerin sesle yarıştığı bir gecede, bir sandalyenin boşluğuna bakarken buldum kendimi.
Adı konmamış bir yokluk, ritimsiz bir sessizlik gibi oturuyordu sahnenin kenarına…
Ve evet — Edinburgh’tan bildiriyorum:
Tattoo çalıyor.
Dünya alkışlıyor.
Biz hâlâ bekleniyoruz.
(05 Ağustos 2025)
Edinburgh
